3 Temmuz 2007 Salı

grcklr

bu gunluge yazamayacagim tek sey; gercekler.

dip

bu kez cok derine indim. bu kez cok indim..

yillar snr ilk kez

yillardir gormedigi nefesiyle, onu hayatta tuttan, bugun ilk kez yeniden bulusmustu. Oylece kaldi, saskinliktan, dondu.

dvm et

in-maya,dir-maya,kandir-maya,inikandir-maya,dinikandir-maya,kendinikandirmayaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa

7 Mayıs 2007 Pazartesi

Kördüğüm

Eşi bulunmaz Ozan Aşık Veysel (bence önemli bir düşünür) söylemiş işte: Kördüğüm! Bugünlerde kafam, içim dışım karmakarışık. Halimin, Türkiye'nin halinden bir farkı yok. Sanki, eski insanların bindiği siyah, 4 atlı bir arabadayım. Gece, yol karanlık, arabacıyı tanımıyorum. Ya sürücüm gözden kayboluyor durup duruken ne yapacağımı şaşırıyorum, ya da karanlık bir sıra oluşturan yol kenarındaki ağaçlar. Yönümü bulamıyorum. En kötüsü de yolun kaybolması. Siyah bir boşluğun içinde, kişneyen atlarla başbaşa kalıyorum. Karışık durumlarla başa çıkmakta zorlanıyorum. Kurtulamıyorum. Babel'i izlemediyseniz hala, izleyin.

30 Nisan 2007 Pazartesi

İçler acısı apolitik halim!

1 Mayıs öncesi, içler acısı apolitik halim beni ve sülalemi utandıracak halde. 1 Mayıs herkes için "kendine yontmA ve siyasi disiplinine yamama" yapmak için bir fırsat olabilir. Hatta bunların tarihi dayanakları da olabilir. Benim için ise 1 Mayıs yada aslı Nisan ve Mart'a denk gelen bahar bayramının bambaşka bir anlamı daha var (Emeklilerin mücadelesini unutmadan) "bahar-yenilenme-tazelenme ve gelen günler için umut." Özellikle içtiğimiz sudan, elektriğe, petrolden bora, havaya her şey için dünyanın birbirine girdiği bu savaş ve acı dolu günlerde ben "daha iyi bir gelecek" için umut etmek istiyorum. Baharı görmek istiyorum. Kimbilir, bu küresel ısınma yüzünden bu son olarak göreceğimiz kaçıncı bahar? Yada trafik kazalarından, yada nükleer kazalardan, yada mayınlardan, yada artan kanser ve toplu delilik hallerinden sonra...

İşte bu yüzden bu 1 Mayıs, meydanlara değil, dağa çıkıp börtü böceklere bakmak, apolitik olmak, unutmak, silmek ve yeniden başlatmak (eras and rewind-the cardigans) istiyorum. Hepsinden öte, duygularımı, günlerdir aralıksız dinlediğim o kızıl kadın vokalin şu tempolu şarkısı ile ifade ediyorum;

"Aklım yerinde. Biraz fazla içtiysem kime ne? Yazılı kuralı mı var bu dünyanın, kimde?
Kim demiş aklımdan zorum var, dans etmeye ihtiyacım var!" (ASLI)

Neden herkese açık günlük?

Önce "Neden günlük?" Bir derdim mi var? Var ki, anlatıyorum.
8 yaşımdan beri, tüm "Sus"lara rağmen, yarın ölecekmişim de gizli sırrı benden sonrakilere söyleyemeyecekmişim gibi telaşla, anlatmaya koşturuyorum. Herkesin bin sırrı var.
"Neden şimdi burada, bunu, ulu orta yapıyorum?" Doğrusu yanıtı ben de tam kestiremiyorum. Fazla Freudien takılmayan birini bulup sormak gerek. Hatta bana ilaç vermesini bile kabul edebilirim. Eğer ilaçlar, gerçekleri görmeme engel olacaksa, ne mutlu. Hatta hayalleri?!
Tabii ki, saçmalık mertebesinde "ermiş"liğe erişmediğimden henüz, özel sırlarımı buralarda ifşa etmeyeceğim. Bir popüler figür de değilim, bu bana ne ün ne de para getirir.
Sadece geçen hafta farkettim, fark ettim. Fark.. ettiğim şey şuydu: "Neden kendimle yaşıyorum?" Koskoca bir evrende (öyle diyorlar) koca bir kürede, milyonlarca insanla yanyana yaşayıp gidiyoruz. Her sabah işimize, birbirimize selam vermeden, tanımadan, etrafımızda insanlar yokmuş da söğüt ağaçları varmış gibi davranıyoruz. Hatta o söğüt ağaçları da dünyalı değil de uzaylıymış gibi.
Oysa, işin aslı, ben de herkes gibi hayatın içinde yaşıyorum. O yüzden, evrimin günlüğünde ulu orta yazıp, aklıma ne gelirse, hayata dair, naklen anlatıyorum. Yaşadığım ve paylaştığım için utanacak bir şeyim yok.

Kim haklı?

Bazen doğrular birbirine çokça karışır. Şöyle bir ortamda büyüdüm, biz ve dışardakiler. 70'li yıllarda doğanlar için normaldi. Bizden olanlar ve olmayanlar. Anlaşabileceklerimiz ve anlaşamayacaklarımız. Tehlikeli olanlar ve olmayanlar. Kalkanlar. Bizi ejderhalardan koruyacak bizler ve onlar ayrımları. Kim olduğumuzu öğrenmeden önce, nereye ait olduğumuz ve olmamız gerektiğini öğrenmemiz gibi.

Hayatım, bu ayıklama prosedürüne günlerimin çoğunu ayırmakla geçti. Niye? Korktuğumdan. Korktuğumuzdan. Kilerlerimizdeki "yaşanmış deneyimler rafı", bize "korkmamız gerektiğini" öğretti. Şimdi, bugün diyorum ki, "kork ama karanlık sokaklara girmekten de çekinme dostum. Tamam arkanı kolla. Ama önünde de görülecek çok şey var." Çünkü korku, bizi fazlaca yerimizde tuttu. Oysa gidilecek yerler, görülecek şeyler var.

Bugün bir miting yapıldı. Gitmedim. Nasılsa, birileri benim yerime gidecekti. Uzaktan izledim. Aklımda üniversite yıllarında katıldıklarım ile ilgili garip hisler uyandıran hatıralar. Her zaman başka yerlere çekilmeye hazır ortalıktaki fikirler, ortak hareketler, birlikte piknik yapamayan 1 milyon kişinin, birlikte yürüyebildiğini görünce duyduğu evrensel heyecan. Garip. Bu birlikteliği görmek çok güzeldi, haberlerden onlara bakmak. Soru şuydu: Neden, bu ülkenin kentlerinden birinde bu ülkenin 1 milyon insanı, bu ülkenin başka 1 milyon insanına bu kadar kızgın? Ya da neden diğerleri onlara karşı? Neden sürekli, birileri birilerine kızgın olmak zorunda? Neden hep kendimizi ve hayatı gruplara ayırıp yaşamak zorundayız? Tek başımıza helaya bile gidemediğimiz için mi?

29 Nisan'i bir böyle hatırlayacağım..
Bir de 1994 29 Nisan'ına olan üzüntümle.

27 Nisan 2007 Cuma

Dipten kaptana

Yine düşüşteyiz. Cuma akşamları başka türlü geçmeli, diyen bir dünya geleneği var. Bilmiyorum. Günlerden Cuma, havalardan bahar. Her Cuması işle geçip, başka şeye fırsat bulamayan reklam yazarlarından biriyim. 1 Mayıs'a bir kaç gün kala ülke yine curcuna. Bok gibi ruh hallerinden, güllük gülistanlık ülkelere nasıl geçilir ki?
atlayınca, hikaye biter. işte bu yüzünden yaşıyoruz. bi de korktuğumuzdan. o kadar.